Koleje karşı Türk mühendisliği

“Yıldız’ı bitiren bir makinanın teorisini – İTÜ’yü bitiren çalıştırmayı – Boğaziçi’ni bitiren satmayı bilir” denir. Üçünde de okudum, biraz doğru 🙂 -Hatta benzer kısa ve bilinen karşılaştırmalarla devam edersek:

İTÜ’yü bitirmek zordur – Boğaziçi’ne girmek..
İTÜ’de sosyalliği siz bulursunuz – Boğaziçi’nde sosyallik sizi bulur..
İTÜ Steve Wozniak tarzı yetiştirir – Boğaziçi Steve Jobs tarzı..
İTÜ’lü erkek arkadaş havalıdır – Boğaziçi’li kız arkadaş..
İTÜ’lü amblemdeki arı gibi çalışır – Boğaziçi’li amblemdeki boğazdadır..
İTÜ’de her “arı” genelde yalnız çalışır, mezuniyet sonrası çoğu kendi yolundadır – Boğaziçi’ndeki kolej havası mezuniyet sonrasında da dikkat çeker…

Boğaziçi’nin Farkı:

Boğaziçi, ABD sınırları dışında kurulan ilk Amerikan okulu. Kim ne derse desin, diğerlerinden daha sosyal, daha ‘cool’ bir okul… Bu farkı ben 6 yerde görüyorum, ve bu 6’sının da kaynağı: Okulun, temelini 1863 yılında kurulan Robert Kolej’den alması:

Arnavutköy ve Bebek’te birbirinden 3 km uzaklıktaki iki kampüs, ilk olarak Robert’in kız ve erkek yatılı okullarıymış. Sonrasında, kolejin yüksek öğretim veren kısmı 1971’de Boğaziçi Üniversitesi olmuş. Orta-lise kısmı karma eğitim Arnavutköy’de kalırken, yüksek okul Bebek kampüsüne geçmiş. (Arnavutköy’deki Robert Kolej’in ana binasında “AMERICAN COLLEGE FOR GIRLS” yazısı kazılıdır)

Bence Boğaziçi’nin esas üstünlükleri:

1- Okul kompakt bir okul. Dallanıp budaklanmış bir üniversiteden çok, büyük ve güçlü bir lise – kolej gibi.
2- Öğrenci kulüpleri çok etkin.
Artık bir kariyer kulübü yapısındaki efsane Mühendislik Kulübü: Engineering Society,
Yazın “Sports Fest” – kışın “Snow Break” organizasyonlarıyla ünlenen Sports Comittee,
“Sinebu” sinema salonuna da sahip olan Sinema Kulübü,
“Taş Oda”sındaki ses getiren organizasyonlarıyla Müzik Kulübü bunlardan bazıları…
3- Yıllardır hiç değişmeyen / bozulmayan çok sağlam ve basit bir kayıt sistemi ve öğrenci işleri var.
4- Her yıl “Welcome Party” ile başlayan okul dışı partiler okulun vazgeçilmezlerinden.
5- İstanbul Boğazı’nın en güzel yerinde, yabancı hocaların dünyanın en güzel kampüsü dediği, Amerikan mimarisinin en iyi örneklerinden “Güney Kampüs”e sahip.
6- Ve de “Yıllık” var! “Kolejin” o yılki bütün mezunları bu yıllıkta. Yıllık ve her yıl seçilen yıllık komitesinin öneminin göstergeleri: Komitedeki öğrenci grubunun proje yarışması sonucunda belirlenmesi + Bu komitede bulunmanın ileride CV’lerde de yer alması.

Kısaca burası, “Üniversiteyi Amerika’da okumayı tercih eden öğrenci yoktur, Boğaziçi’ne girememiş öğrenci vardır” lafını çıkartan bir yer.

Bunun yanında, Boğaziçi Üniversitesi, temel kolej yapısını bozmadan günümüze gelirken —eğer daha iyisi diğer okullardaysa— farklı okullardan da destek alan bir bakış açısına sahip. İTÜ, YTÜ, Mimar Sinan gibi köklü okulların bile hala tam oturtamadığı öğrenci bilgi sistemlerinin yanında, Boğaziçi’nin kusursuz işleyen sistemi ODTÜ’nün, yağmurlu günlerde batak olan futbol sahasının 1993’te efsane “Güney Çimler”e dönüşümü Mimar Sinan Üniversitesi’nin eseri.

İTÜ’lü Olmak:

“İTÜ’nün Boğaziçi gibi en sosyal olma iddiası yoktur, en iyi mühendisi yetiştirme iddiası vardır” denir.

Veya, bir başka şekilde,
“Teknik okul” + “İstanbul” + “En iyisi” diyorsanız: İTÜ.
İlginizdeki meslek bu okuldaysa, İngilizce eğitim şartını yıl kaybı olarak düşünüyorsanız, tabii ki İTÜ.

İTÜ’nün 2 büyük üstünlüğü:

1- Arı Teknokent. http://www.ariteknokent.com.tr/tr
Öğrenciler burada, kampüslerinin içine kadar taşınmış yerli ve yabancı şirketlerde, staj ve yarı/tam zamanlı çalışma imkanına sahipler.
2- Türkiye yerine ABD’de okumanıza da gerek kalmayabilir.
“Uluslararası Ortak Lisans Programı”yla bazı programlar için çift diploma programı var, lisansın bir kısmını yurtdışında okuyarak iki ayrı diploma alabiliyorsunuz. Ve bu okullar SUNY (State University of New York), State University at Buffalo, Fashion Institute of Technology gibi önemli okullar.

Benim Deneyimim:

Ben İTÜ Fizik Mühendisliği’nden lisansımı, Boğaziçi Çevre Bilimleri’nden doktoramı aldım, ikisini de dereceyle bitirdim. Ne var ki, ikisinde de ciddi bir kazanımım olduğunu söyleyemem.

İTÜ Fizik ezbere dayalıydı. Sınavlarda kullanmak için formül ezberleyerek, sonra da ezberlenenleri unutarak geçen dönemlerden geriye akılda kalıcı birkaç ders dışında pek bir şey kalmadı. Bu, bence, öğretimdeki yanlış düzenlemelerden.

Boğaziçi Çevre ise Kimya ağırlıklı, orada da kazanımdan çok, eğer sizin o birime çalışmalarınızla bir katkınız oluyorsa, o şekilde, okulun bunun karşılığında bir desteğini hissediyorsunuz. Boğaziçi Çevre’nin de program olarak öğrenciye katkısı fazla olmuyor.

Asıl önemli olan bu okullarda edindiğiniz arkadaşlıklar, sosyal ortamlar, ve de şansınız varsa size yol gösterebilecek hocalarla iletişim içinde olmanız, planlarınıza yönelik kendinizi geliştirecek fırsatlar bulabilmeniz.

Okullarımızın yapısı genelde aynı.
Özellikle bölümlerdeki hocaların önemli bir kısmı başka bir okula geçmiyorlar.
O nedenle bir okula 10 yıl sonra da gittiğinizde bile pek bir değişiklik görmezsiniz.
Bu, İTÜ ve Boğaziçi için de geçerli.

Öncelikle, derslerin getirisinden fazla umutlu olmayın!
Özellikle, Mimarlık gibi bir “mesleğe” yönelik programa girmemişseniz, özel bir kazanım da hayal etmeyin.
Okullarda birtakım dersler belirleniyor, siz de o derslerin gereklerini yerine getirip yüksek notlarla veya kalmadan geçmeye çalışıyorsunuz, o kadar.. Size gerçekten bir şeyler kazandıran birkaç ders oluyor sadece. Eğer farklı bir beklentiniz varsa, onu kendi gayretinizle, ilgi alanınızla ilişkili kurum ve kişilerle bağlantılar kurarak, mini veya orta çaplı projeler tasarlayarak ve hocaları buna dahil ederek gerçekleştirme şansınız olabilir.

Bunun yanında, İTÜ’de de, Boğaziçi’nde de “çift anadal” veya “yan dal” programlarıyla da hem kendinizi gösterebilirsiniz, hem de mezuniyet sonrası profesyonel iş alanınızı genişletebilirsiniz.
Bunun için, girmeyi düşündüğünüz programa göre, o programın yanında hangi programlarda da okuyabileceğinizi okuldan öğrenmeniz gerekir.

Ben hem İTÜ’deki, hem Boğaziçi’ndeki bölümlerde kesinlikle bir “iş hayatına” veya “akademik hayata” hazırlık yapısıyla da karşılaşmadım. Lisede gördüğünüz ve çoğu “ertesi sene unutulan” derslerin daha üst düzey ve haftalık programda daha dağınık haliyle karşılaşacağınız bir yer “üniversite”.
Bu dağınık programı kendinize göre ayarladığınız, o dönemdeki bütün dersleri almak zorunda olmadığınız, ve de devam zorunluluğu fazla olmadığı için de liseye göre “çok daha özgür” bir yer. Üniversitedeki esas artınız, her dönem için kendi programınızı esnek bir şekilde sizin ayarlamanız.
Liseden farklı olarak, okul hayatınız daha çok sizin seçimlerimize bağlı.

Peki bu “daha özgür ortam”da İTÜ ve Boğaziçi’nde neler yapabilirsiniz?

Öncelikle kampüslerin konumu çok önemli:
Hem İTÜ, hem Boğaziçi’nde, -çok özel bir durumda değilseniz- İstanbul’un merkezindesiniz.
Boğaziçi’ne girerseniz 4 yılınızı birbirine komşu olan Güney ve Kuzey Kampüsleri’nden oluşan ana kampüste okuyorsunuz. Bu ana kampüs dışında farklı kampüsler de var, bazı hazırlık sınıflarının da bulunduğu Karadeniz kıyısındaki Sarıtepe Kampüsü gibi.
Boğaziçi Üniversitesi kampüs bilgileri okulun bu web sitesinde de bulunmakta: http://www.boun.edu.tr/tr-TR/Content/Kampus_Yasami/Kampusler
İTÜ’de ise Mimarlık, Denizcilik, İşletme, Yabancı Diller, Konservatuvar, Makina veya Tekstil okumuyorsanız Maslak’taki ana kampüstesiniz demektir.
İTÜ kampüs bilgileri ise okulun bu web sitesinde mevcut: http://tanitim.itu.edu.tr/kesfet/yerleskelerimiz

Kısaca her iki okul için de şunu diyebiliriz: Eğer Boğaziçi’nin Sarıtepe, İTÜ’nün Tuzla kampüslerindeki şehre çok uzakta olan öğrencilerden değilseniz, “şehrin kalbinde” olduğunuz kesin.
Sarıtepe’de olanlar yalnızca Boğaziçi hazırlık sınıflarının bazılarında, Tuzla’da olanlar sadece İTÜ Denizcilik bölümlerinde okuyan öğrenciler.

Teknoloji:
İTÜ, eğer girişken bir öğrenciyseniz “Arı Teknokent”iyle güçlü bir şekilde orada duruyor. Geleceğe dönük çalışmalarınız, stajlarınız, ve teknik alanda kendinizi geliştirme fırsatları için ideal bir yer.
Boğaziçi’nin “Teknopark”ı, daha az öğrenci odaklı ve de şehir merkezinin çok çok uzağında. Ama bu eksilerini üniversitenin kariyer merkezi ve Enso gibi köklü mühendislik kulübü bir yönden kapatmakta.

Kütüphane:
Boğaziçi’nin Kuzey Kampüs’teki ana kütüphanesi efsanedir.
Mimari düzeni ve içindeki “her kaynak”tan çok, “seçkin kaynak”ları gördüğünüzde orada çalışmaya teşvik eden bir yer. Öğrenci veya mezun olmayanların giremediği bir yer. Bu nedenle dışarıdan kitap istekleriyle mutlaka karşılaşırsınız.
İTÜ Maslak Kampüsü’ndeki kütüphane ise kaynak aramaktan çok, sınavlara çalıştığımız bir yerdi. Yıllar boyunca daha üst seviyede kullanılamadı.

Spor:
İTÜ, Maslak kampüsündeki spor sahaları ve salonlarıyla açık ara önde. Kapalı spor salonu, sonradan yapılan İTÜ stadyumu, “saklı cennet” denen İTÜ göleti, ve de halı sahalarıyla fiziksel olarak fazla sayıda aktiviteyi yapabileceğiniz bir okul.
Boğaziçi bu konuda istese de iyi bir kolejden ileriye gidemeyecek yapıda.

Sonuçta, okul seçerken herbirinin +larına, –lerine bakmak şart…

Üniversite sınavına şimdi girecek olsam ne yapardım?
Gene adım adım giderdim: İlk olarak, “tıp” “hukuk” gibi mesleki bir bölüm mü – “biyoloji” “endüstri mühendisliği” gibi genel bir bölüm mü olsun diye düşünürdüm. “Hayalimdeki meslek” gibi bir düşüncem olmadığı için ve sayısalda (özellikle de Fizik ve Matematikte) iyi olduğum için seçimim gene öncelikle Fizik temeli olan bölümler olurdu.
Okullar arasında da, ailemle “aynı şehir mi” – “farklı şehir mi” kararında seçimim aynı şehir olduğundan İstanbul dışına çıkmazdım (Ankara’da yaşasak Ankara olurdu) – Hatta, büyükşehirde yaşıyor olmasak, diyelim ki Denizli’de olsak, Pamukkale Üniversitesi’ni de mutlaka yazardım, İstanbul kalabalığına girmemek ayrı bir avantaj 🙂
İstanbul’daysam ve İTÜ – Boğaziçi arasında karar veriyorsam, gene sıralamaya Boğaziçi ile başlayıp İTÜ ile devam ederdim. Amerikan eğitim kültürünü yaşatan, eğitim dili İngilizce olan, kompakt-değişmeyen-sağlam okul yapısıyla Boğaziçi fazla düşünmeden benim için hep ilk sırada.

Leave a comment

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.